Obezite
görülme sıklığı ülkemizde her iki cinsiyette de hızla artan
önemli bir sağlık sorunudur. Obezite kadın sağlığının birçok
alanını olumsuz etkilemektedir. Bunlardan birisi de cinsel
fonksiyondur. Obez kişilerde olumsuz beden imgesine bağlı özgüven
eksikliği ve iletişimde ve ilişkilerde zorluk çekebilirler.
Yapılan bir çalışmada kadınlarda vücut kitle indeksi arttıkça
uyarılma, vajinal salgılarda azalma ve tatmin azalabiliyor. VKİ ne
kadar yüksekse cinsel yaşam kalitesi o kadar azalıyor. Obez
erkeklerde artan yağ dokusuna bağlı artan östrojen seviyleri ,
obeziteye bağlı tansiyon yüksekliği ve uyku apnesi gelişimi
cinselliği olumsuz etkilemektedir.
Kilolu erkeklerin %85’inde testosteron düşüklüğü karşımıza
çıkıyor. Yine kilolu erkeklerde penise giden damarlarda sertleşme
ve damar cidarında bozukluklar olabilmektedir. Kilolu erkek ve
kadınlarda prolaktin hormon değişimleri de cinselliği olumsuz
etkilemektedir. Erkeklerde artan göbek yağları nedeniyle '' gömülü
penis sendromu '' denen durum ortaya çıkmaktadır; yağ dokusuna
doğru çekilen penis normalden küçük izlenmektedir. Bu durum seks
hayatını engellemektedir. Kadınlarda
ise bedensel hacmin genişliği, kalınlaşmış bel cinsel ilişkiye
girmeyi güçleştirebilir. Aynı zamanda arzu ve zevk almaktan
yoksunluk da sık rastlanılan sorunlardandır. Şişmanlık
cinsellik için gereken fiziksel performansı azaltmaktadır. Fazla
kilo problemi aynı zamanda cinselliği olumsuz etkileyen
yüksek tansiyon, şeker
hastalığı, kalp damar hastalıkları gibi hastalıkların ortaya
çıkmasında da etkilidir. Vücut
ağırlığının sadece %10’ununu kaybeden şişman erkeklerin hem
sertleşme fonksiyonlarında hem de kolesterol ve kan basıncı
değerlerinde iyileşme olduğu gösterilmiştir. 40 yaş altındaki
şişman kadınlar 1 yıl düzenli diyet ve egzersiz yaptıklarında
cinsel istek ve orgazm kapasitelerinde neredeyse 2 kat artış
yaşıyorlar.
İLETİŞİM
30 Mayıs 2017 Salı
24 Mayıs 2017 Çarşamba
HASHİMOTO HASTALIĞI NEDİR ? TAMAMEN TEDAVİ EDİLEBİLİR Mİ ?
Tiroid bezi, kelebek şeklinde, boynumuzun ön tarafında soluk borusunun üzerinde bulunan bir salgı bezidir. T3 ve T4 dediğimiz, metabolizmanın çalışması için hayati öneme sahip hormonları salgılamaktadır. Bu hormonların miktarları azaldığında hipotiroidi, arttığında ise hipertiroidi meydana geliyor. Tiroit bezinin salgıladığı hormonlar azaldığında metabolizmada yavaşlama, halsizlik, yorgunluk, kilo alma, saç dökülmesi, adet düzensizliği, kabızlık ve depresyon gibi etkiler gözleniyor.
Hashimoto
hastalığı tiroid bezinin az çalışmasının en sık görülen
sebebidir. İlk defa japon bir doktor olan Hashimoto
tarafından tarif edilmiştir. Çok çeşitli sebepleri olmakla
birlikte tiroit
bezinin
bağışıklık sistemi tarafından oluşturulan antikorlar
tarafından saldırıya uğraması ve bu savaşı yavaş yavaş
kaybetmesi şeklinde özetlenebilir. Sebep olan faktörler arasında
genetik yatkınlık özellikle aile bireyleri arasında yaygın geçiş
vardır. Kardeşlerde görülme riski 20 kat fazladır, tek yumurta
ikizlerinde bulunma ihtimali %30-60 dır. Kanda HLA-DR3, HLA-DR5
antijenler ve CTLA-4 geni ile ilşkilidir. Viral enfeksiyon, stress,
seks steroidleri (cinsiyet hormonları- kadınlarda daha sık),
gebelik sayısı, fazla iyot alımı, iyonize radyasyona maruziyet,
selenyum eksikliği ve sıgara içimi çıkma riskini artıran
faktörlerdir.
Teşhis
basit bir kan testi (TSH,sT3,ST4, Anti tpo, Anti-Tg) ve tiroid
ultrasonografisi ile konulabiliyor. Bir bağışıklık sistemi
hastalığı olduğu için kişinin, aynı tip bir başka hastalığa
yakalanma olasılığı da yükseliyor. Her Hashimoto hastası
hipotiroidi olmak zorunda değildir, hastalık yavaş seyrettiği
için zamanla kişide tiroit hormonu yetersizliği ve buna bağlı
bulgular da gelişebiliyor. Sıklığı toplumda %2 oranında
görülüyor, kadınlarda erkeklere göre 15 kat daha sık
görülüyor.Otoimmün bir hastalık olduğu için çok sayıda
hastalık ile beraberliği görülebilmektedir. Tip 1 diabetes
mellitus, addison (böbreküstü bezi yetersizliği), Pernisyöz
anemi (B12 eksikliği), vitiligo(alaca hastalığı ), ürtiker (deri
kabarması ve kaşıntı), romatoid artrit ve d vitamini eksikliği
bunlardan bir kısmıdır.
Hashimoto
hastalığında, tiroit hormon düzeylerinde bir azalma var ise
eksikliği giderecek hormon ilacının sabah aç karınla, düzenli
bir şekilde alınması gerekiyor. Tedaviye başlandıktan 2-3 ay
sonra kan testi ile ilacın dozu ayarlanıyor. İlaç tedavisi
genelikle ömür boyu devam edilir. Hamileler de tedavi asla yarım
bırakılmamalıdır. Gebelikte ilaç dozunu yüzde %30 ila 50
oranında artırmak gerekebilir. Takiplerde TSH hormon düzeyinin 2-3
arasında olması gerekiyor. Hastalarda iyot eksikliği yoksa iyotlu
tuz kullanmaması tiroid hasarının artmaması için önemlidir.
Ömür boyu süren bir hastalık olan hashimoto hastalığında düzenli
hormon takibi gerekmektedir.
TEDAVİ
İÇİN ÖNERİLER
1-Tiroid
ilacınızı düzenli kullanın. TSH düzeyinizin 1-3 arası olması
genel iyilik hali için önemlidir.
2-Tiroid
antikor düzeyleriniz yüksekse ve iyot eksikliğiniz yoksa iyotsuz
tuzları tüketin.
3-Unutmayın
hashimoto hastalığı bağışıklık sisteminin zafiyeti ile
oluşur; Bağısıklık sisteminizi güçlendirin.
4-Selenyumdan
zengin gıdaları tüketmek tiroidinizin onarılmasına yardımcı
olur.
5-Kurkuminden
(zerdeçal veya hint safranı) zengin gıdalar anti-inflamatuvar
etkilerinden dolayı tiroid hasarını azaltır.
6-D
vitamin düzeyinin yetersizliği veya eksikliği bağışıklığı
azaltıp, tiroid antikorlarının tiroide zarar vermesini
kolaylaştırır. D vitamini düzeyinizi normal miktarlara yükseltin.
7-Stresin
bağışıklığınızı zayıflatmasına izin vermeyin.
8-Zencefil
tüketimi anti-inflamatuvar etkilerinden dolayı faydalı olabilir.
9-Protein
tüketiminin aşırı olması, bağışıklık sistemini uyarabilir.
Yüksek proteinli diyetlere dikkat edin.
10-Glutenden
zengin beslenme bağışıklığınızı uyarabilir. Dengeli tüketin.
11-Omega
3 den zengin beslenin.
Sağlıkla
kalın.
UYKU APNESİ İLE İLİŞKİLİ 5 ENDOKRİN HASTALIK
Obstrüktif
uyku apne sendromu (Obstructive Sleep Apnea Syndrome (OSAS)) tüm
sistemleri etkileyebilen bir hastalıktır. OSAS uyku sırasında
tekrarlayan üst solunum yolundaki daralmalar veya tıkanmalar
nedeniyle soluk almada kesilmelerle kendini gösteren bir
hastalıktır. Tekrarlayan soluk kesilmeleri uykunun devamlılığını
bozar, derin ve dinlendirici bir uyku uyunmasını engelleyerek
gündüzleri aşırı uykululuğa neden olur. Aynı zamanda soluk
kesilmeleri sıklıkla kanda oksijen doygunluğunu azaltarak başta
kalp damar hastalıkları olmak üzere birçok hastalığın ortaya
çıkmasına veya bu hastalıkların kötüleşmesine neden
olur. Endokrin sistem hastalıkları içinde OSAS’ın en sık
görüldüğü iki klinik tablo; hipotiroidi ve akromegalidir.
1-Hipotiroid:
Özelikle dilde büyüme yaparak etkileyebilir. Hipotiroidili
olgularda, aşırı kilo alımı, makroglossi(dilde büyüme),
solunum kaslarının etkilenmesi obstrüktif apnelere neden olabilir.
L-tiroksinle yapılan tedavi ile apneler(soluksuz dönem) tamamen
ortadan kan kalkabilir. Ancak düşük dozda tedavi bile şikayetleri
azaltabilir.
2-Akromegali
(büyüme hormonu fazlalığı): Ağız bölgesinde
yumuşak dokuların büyümesine bağlı zorluklar
görülebilir. Akromegali olgularının %50’sinden fazlasında
uyku apneleri kliniği saptanır. Bu hastalarda gözlenen apneler,
artmış büyüme hormon ve somatomedinlerin solunum yollarını
daraltmasına katkıda bulunmaları ile açıklanmıştır. Ayrıca,
bu hastalarda santral apnelerin beklenenden daha fazla olduğu
gösterilmiştir. Akromegalik hastaların çoğunun aynı zamanda
obez ve hipertansif olması da olaya katkıda bulunmaktadır. Tedavi
ile büyüme hormonu düştükçe apne-hi-popne indeksi (AHİ)’de
azalır . Bazı hastalarda şikayetler geri dönüşlü olmayabilir.
3-Obezite:Obeziteye
bağlı yağ dokusunun artışı solunumu bozabilir. Yeterli
oksijenasyonun olmaması bu hastalarda kilo vermeyi
zorlaştırabilir. Obezite ile apne arasında belirgin bir
ilişki vardır ve zayıflama ile OSAS kliniğinde düzelme
sağlanmaktadır. Burada genel obeziteden ziyade farengeal duvar
çevresinde, lateral farengeal yağ yastıklarında aşırı yağ
birikimi önemlidir. Santral obezite ÜSY(üst solunum yolu)
çevresinde yağ birikimi ile ÜSY açıklığı ve kompliyansını
etkileyerek, abdominal yağ birikimi ile de solunum paternini
etkileyerek (obezite ilişkili hipoventilasyon)OSAS’a eğilimi
arttırmaktadır.
4-Diyabetes
Mellitus: Şeker hastalığı ve komplikasyonları
etkiler.
5-Testosteron
eksikliği: Kaslarda kuvvet kaybı yaparak etkileyebilir.
Bunun sonucunda hastalarda libido kaybı ve ereksiyon bozuklukları
meydana gelir.
ERKEKLERDE OSTEOPOROZ (KEMİK ERİMESİ)
Kemik
erimesi kemiklerin kütlesinin azalmasına bağlı oluşan ve kırık
riskinin artmasına bağlı ciddi işgücü kaybına yol açan önemli
hastalıklardan biridir. Yıllarca kemik erimesi denince akla menapoz
sonrası kadınlarda oluşan kemik erimeleri geldi. Aslında erkek ve
kadınlarda 30’lu yaşlardan itibaren kemik kütlesi aynı oranda
azalmaya başlar fakat menapozun etkisiyle kadınlarda 50 yaşından
sonra belirgin hale gelir. Osteoporozda kemikler zayıf hale gelir ve
kırılma olasılığı artar. Genelde bir kemiğiniz kırılana
kadar hiçbir belirti göstermezler. Osteoporoz veya osteopeni (orta
düzeyde düşük kemik kütlesi) olan kişilerin yaklaşık %20’si
erkeklerdir. Yaşı 50 ve üzeri olan erkeklerde yaşam süresi
boyunca osteoporoza bağlı kırık olasılığı %13 ilâ %30
arasındadır. Kırıklar sıklıkla kalça, omurga ve el bileğinde
gerçekleşir. Erkeklerin kalça kırığı sonrasında ölüm oranı
kadınlara göre iki ilâ üç kat daha fazladır. Sigara içmek,
aşırı alkol kullanımı, düşük kalsiyum ve D vitamini alımı
,fiziksel aktivite yoksunluğu, zayıf olmak, ailede kemik erimesi
olması kemik erimesi riskini artırır.
Osteoporozu
saptamanın en yaygın yolu, DEXA taraması gibi bir kemik yoğunluğu
testi yaptırmaktır. Bu test, omurganızın alt kısımları ile
kalçalarınızdaki kemik mineral yoğunluğunu (BMD) ölçer ve
T-puanı adı verilen bir puan verir. –2,5 veya daha düşük
T-puanı osteoporoza işaret ederken, –1,0 ilâ –2,5 arasında
bir T-puanı ise osteopeniyi gösterir. –1,0’ın üzerindeki
değer normaldir.
Erkeklerde
osteoporoz sebeblerini kısa özetlersek ;
1-Sebebi
bilinmeyen (idyopatik ) kemik erimesi; Aslında kemik
erimelerinin çoğunun (%60) sebebi bulunamaz.
2-Sekonder
(bir sebebe bağlı) kemik erimeleri: %30 oranında başka bir
sebeble kemik erimesi oluşur. Başlıca sebepler:
a-)Hormonal
bozukluklar : Testosteron hormon eksikliği, cushing sendromu
(kortizol fazlalığı), tiroid bezinin fazla çalışması,
prolaktin hormon yüksekliği, Büyüme hormon fazlalığı(akromegali),
paratiroid bezlerinin fazla çalışması, idrar yoluyla kalsiyum
atılımı bu sebeplerden bazılarıdır.
b-)Osteomalazi
( d vitamini eksikliği) : Günümüzde önemli sebeplerden
biridir.
c-)Tümörler:
Multiple miyelom ve kemiği tutan ve yayılan tümörler,
prostat kanseri
d-)İlaçlar:
Tiroid hormonu, kan sulandırıcı heparin içeren ilaçlar,
kortizon içeren ilaçlar, 3 aydan uzun süre prednizon ve kortizon
gibi steroid ilaçlarının kullanılması.
e-)Doğuştan
bozukluklar
f-)Romatoid
artrit, hareketsizlik, böbrek ve karaciğer yetersizliği
TEDAVİ:
Aşağıdaki
özelliklere sahip yetişkin erkeklerde ilaç tedavisini düşünmek
GEREKİR.
• Büyük
bir travma olmaksızın kalça veya omurga kırığı olan
• Omurga
veya kalça bölgesi DXA T-puanı –2,5 veya daha düşük olan
• Yüksek
kırık riski ile birlikte DXA T-puanı –1 ilâ –2,5 arasında
olan
• Uzun
süreli glikokortikoid tedavisi uygulanan
• Yüksek
kırık riski ile birlikte prostat kanserine yönelik androjen
yoksunluk tedavisi uygulanan hastalar.
Kullanılan
ilaç grubundan biri bisfosfonatlar adı verilen ilaç sınıfına
aittir. Bu ilaçlar kemik kaybını yavaşlatır ve kemik kütlesini
hafifçe arttırır. Teriparatid adı verilen ilaç yeni kemik
oluşumunu uyarır. Hormonal hastalığı olanların kemik erimesi
ile beraber hormonal hastalığın tedavi edilmesi gerekir.
Osteoporozu
önlemek ve iyileştirmek için ne yapabilirsiniz?
Beslenme
biçiminizde ve yaşam tarzınızda değişiklikler yaparak
osteoporozun önlenmesine yardımcı olabilirsiniz. Osteoporoz riski
taşıyan bir erkekseniz, şunları yapmanız gerekir
• Gıda
maddeleri (kalsiyum oranı arttırılmış yiyecek ve içecekler
dahil) aracılığıyla günlük 1.000-1200 mg arası kalsiyum
tüketin ve gerekirse, kalsiyum takviyeleri alın.
• Kandaki
D vitamini seviyeniz düşükse (30 mg/ml’nin altında) günlük D
vitamini alın.
• Yürüme,
koşma ve ağırlık kaldırma gibi ağırlık taşıma içeren
faaliyetleri her biri 30 ilâ 40 dakikadan haftada üç veya dört
kez yapın.
• Alkol
kullanıyorsanız azaltın.
• Sigarayı
bırakın.
Bu
yazı ile ilgili yayınlanmış haberler;
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/saglik/459378.aspx
http://www.timeturk.com/erkeklerde-kalca-kirigi-sonrasi-olum-orani-daha-fazla/haber-551799
http://www.timeturk.com/erkeklerde-kalca-kirigi-sonrasi-olum-orani-daha-fazla/haber-551799
TİROİD HASTALIKLARINI GÖSTEREN 16 BELİRTİ
Tiroid
hastalıkları toplumun yaklaşık üçte birini etkileyen, çok
sayıda sistemde önemli şikayetlere ve belirtilere sebep olabilen
önemli hastalıklardır. Teşhisi basit kan testi ve tiroid
ultrasonografisi ile konabilmektedir. Hastalığın geç farkedilmesi
veya teşhis edilememesi can sıkan belirtilere sebep olabilir.
1-KİLO
ALIMI ve KİLO VEREMEME:Hipotiroidi
kilo alımına sebep olurken hipertiroidi kilo vermeye sebep
olabilir.
2-BOYUNDA
ŞİŞLİK VE AĞRI :Guatr,
tiroid nodülünün veya kistinin habercisi olabilir.
3-ÇARPINTI,
ELLERDE TİTREME:Tiroidin
bezinin fazla çalıştığı hipertiroidi durumunda olabilir.
4-AŞIRI
TERLEME:Tiroidin
Fazla Çalışması aşırı terlemenin önemli sebeplerindendir.
5-CİLTTE
KALINLAŞMA:Hipotiroidinin
belirtisi olabilir.
6-KANSIZLIK:Hipotiroidide
genelde eşlik eden kansızlıkta bulunur
7-KASLARDA
SEYİRME VE AĞRILAR:Tiroid
rahatsızlıkları, kas ağrıları ve kas güçsüzlüğü
yapabilir.
8-SAÇ
DÖKÜLMESİ:Tiroid
bezinin az veya çok çalışması yapabilir,bazen eşlik eden kaş
dökülmeleri de olabilir.
9-TANSİYON
YÜKSELMESİ:Tiroid
bozukluklarına tansiyon dengesizliği eşlik edebilir.
10-KABIZLIK:
Özelikle tiroid bezinin az çalıştığı durumlarda olabilir.
11-ADET
DENGESİZLİKLERİ: Tiroid hastalıklarının çoğu adet düensizliği
yapabilir, bazen ilk belirti de olabilir.
12-KISIRLIK:
Tiroid hormon dengesizlikleri gebe kalmada zorluklara sebep olur.
13-SES
KISIKLIĞI: Tiroid hastalıklarında ses tınısında değişiklikler
olabildiği gibi bazen ses kısıklıkları da olabilir.
14-KAŞ
DÖKÜLMESİ: Tiroid hastalıkları saç dökülmesi ile beraber veya
bağımsız olarak kaşların dış kısmında dökülmelere sebep
olabilir.
15-ÖDEM:
Tiroidin az çalışması vücutta su tutulumunu artırır ve ödem
gelişir.
16-DUYGUDURUMDA
DEĞİŞİKLİKLER: Tiroid hastalıkları stres, panik atak ve
depresyona yol açabilmektedir.
Doç.Dr.Fevzi
BALKAN
Endokrinoloji
ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı
Bu
yazı ile ilgili gazetelerde çıkan haberlerin linkleri aşağıdadır;
http://www.sozcu.com.tr/2017/saglik/tiroid-hastaliginin-16-belirtisi-1849047/
http://www.medimagazin.com.tr/medilife/genel/tr-tiroid-hastaliginda-bu-16-belirtiye-dikkat-10-81-73853.html
http://www.medimagazin.com.tr/medilife/genel/tr-tiroid-hastaliginda-bu-16-belirtiye-dikkat-10-81-73853.html
DİYABETİN TARİHİNE YOLCULUK
1-Diyabetes
mellitus nedir? Diabetes
mellitus, hiperglisemi, dislipidemi, glikozuri ve bunlara eşlik eden
bircok klinik ve biyokimyasal bulgu ile seyreden sistemik kronik bir
metabolizma hastalığıdır.
2-Diyabetes Mellitus ile ilgili en eski kayıtlar ne zamana dayanır ?Tarihcesi cok eskilere uzanır. Şeker hastalığı ile ilgili en eski kayıtlar Milattan önce 1550’li yıllarda Mısır’da yazılmış bir papirüste (Ebers) bulunmuştur. Bu papirüste, şeker hastalığına benzer, çok idrara çıkma ile seyreden bir durumdan bahsedilmektedir.Hindular da Ayurveda’da böcek, sinek ve karıncaların bazı insanların idrarının yapıldığı yere toplandığını kaydetmişlerdir. Şeker hastalarının idrarının tatlı, bal gibi olduğu ve bu nedenle karıncaların, sineklerin ve diğer böceklerin bu idrara üşüştüğünü Susruta ve diğer Hintli doktorlar M.S. 5-6.yüzyılda fark ederek açıklamışlar, bu hastalığın iki formu olduğunu yazmışlardır. Bir formunda hastalar zayıf ve çok uzun yaşamadan kısa sürede ölmekte, diğer grupta ise hastalar şişman ve daha yaşlı olarak belirtilmiştir. Bu günümüzün modern sınıflamasında belirtilen Tip 1 ve Tip 2 diabetes mellitus sınıflamasına çok benziyor.
3-Diyabetes ve mellitus kelimlerinin kelimelerinin anlamı nedir? Günümüzde tıp literatüründe kullanılan, Diabetes ve Mellitus kelimeleri Yunanca akıp gitmek anlamına gelen dia + betes ve bal kadar tatlı anlamına gelen mellitus kelimelerinden türetilmiştir.
4-Diabetes kelimesi ilk kez ne zaman kullanılmıştır? Diabetes kelimesi ilk kez Anadolu topraklarında, Kapadokya’da M.S. 2. yüzyılda Arateus tarafından kullanılmıştır.Arateus şeker hastalığını idrar miktarında artma, aşırı susama, ve kilo kaybının olduğu bir hastalık olarak tanımlamıştır.
5-Diyabetik gangreni ilk kim tanımlamıştır? İbni Sina (980-1037) ilk kez ayaklarda görülen “diyabetik gangreni” tanımlayarak şeker hastalığının sinirleri bozabileceğini ilk kez açıklamıştır. Paracellus (1493-1541) diyabetli hastalara açlık kürleri uygulamış, daha sonraki yıllarda da diyabet hastalığı ve tedavisi üzerinde çeşitli araştırmalar yapılmıştır.Şeker hastalarının idrarının tatlı olduğu 17. yüzyılda bir İngiliz doktor olan Thomas Willis tarafından tekrar keşfedilmiştir.
6-Claude Bernard diyabetle ilgili neyi keşfetmiştir ? Claude Bernard 1813-1878 yılları arasında diyabetin noro-hormonal mekanizmasını,hastalarda şeker yapımının arttığını ve merkezi sinir sisteminin bozulduğunu göstermiştir.Claude Bernard idrarda görülen şekerin karaciğerde glikojen olarak depo edildiğini bulmuştur.
7-Langerhans adacıklarını kim keşfetmiştir ? Berlin’den Paul Langerhans ( 1847-1888) 1869 yılında verdiği doktora tezinde pankreas bezi içindeki küçük hücre topluluklarını vermiştir. Bu hücre toplulukları günümüzde ” Langerhans Adacıkları ” olarak biliniyor. Edouard Laguesse de 1893 yılında bu hücrelerin pankreas bezinin endokrin hücreleri olduğunu öne sürmüştür.
8-Pankreas bezinin Diyabeteki rolunu kim keşfetmiştir? Oskar Minkowski (1858-1931) ve Josef von Mering (1849-1908) Strasburg’da Pankreas bezinin hayati önemini değerlendirmek için bir köpeğin pankreas bezini çıkartmışlardır. Köpekte ameliyat sonrasında şeker hastalığının tipik belirtileri olan susama, çok su içme, çok idrara çıkma ve kilo kaybı geliştiğini gözlemişlerdir.İlk kez bu araştırma, pankreas bezindeki hastalığın şeker hastalığı gelişmesine yol açtığını göstermiştir.
9-İnsülin ne zaman keşfedilmiştir? Yirminci yüzyılın başında Berlin’li doktor George ZUELZER; Romanya’dan Nicolas Paulesco (1869-1931) ve Amerikalı E.L.Scott ve Israel Kleiner pankreastan kan şekerini düşüren ancak saf olmayan bir çözelti elde etmişlerdir. Ancak saf olmadığı için istenmeyen sonuçlar doğurmuş ve kullanılamamıştır. Yirminci yüzyılın başlangıç dönemine kadar ölümcül bir hastalık olan şeker hastalığı tedavisinde Kanada Toronto üniversitesi’nden Fredirick G. Banting (1891-1941), asistanı Charles H. Best (1899-1978) biokimyacı James B. Collip (1892-1965) ve fizyolog J.J.R.Macleod (1876-1935) ortak çalışmaları sonucu insülin’i 1921 yılında izole etmeleri ile önemli bir mucize gerçekleşmiştir. Banting ve Best daha sonra köpek pankreasından elde ettikleri çözeltiyi pankreası çıkartılarak diyabetik yapılmış köpeğe vermişler ve kan şekerinin düştüğünü görmüşlerdir.Collip elde edilen insülini daha da saflaştırmış, ilk kez 1 Ocak 1922 tarihinde diyabetik bir hasta olan Leonard Thompson üzerinde denenmiş ve başarılı sonuç vererek ölümcül bir hastalık olan şeker hastalığı tedavi edilmiştir. Bunu takibende Eli Lilly firmasının çabaları ile insülin üretimi daha da geliştirilmiş ve 1923 yılından itibaren yaygın olarak Kuzey Amerika ve Avrupa’da kullanılmaya başlanmıştır.
10-Diyabet hastalarında hasta eğitimin önemini ilk kim farketmiştir?Amerikalı doktor Eliott P. Joslin insülini ilk kullanan doktorlardandı. Bostonda insülinin kullanılmaya başlandığı 1922 Ağustos’tan itibaren ilk yıl toplam 293 şeker hastasını tedavi etti. Dr. Joslin günümüzde de tedavinin en önemli parçasını oluşturan hasta eğitimini sistemli olarak uygulamaya başladı.
11-Diyabet tedavisinde Oral antidiyabetik (kan şekerini düşürücü tedavi ) ne zaman keşfedilmiştir? İkinci dünya savaşı yıllarında Fransa Montpellier’de tifo tedavisi ile ilgili araştırmalar yapan Dr. M.J. Janbon sülfonilürle hayvanlar üzerinde yaptığı deneyler sırasında hayvanların kan şekerinin düştüğünü fark etti. Bunu meslektaşı Dr. Loubtieres ile birlikte diyabetik insanların tedavisinde denediler. Ancak bu ilacın insülin salgısını uyardığını, insülin yerine geçmediğini pankreası çıkarılmış hayvanlarda yaptıkları araştırmalarla ortaya koydular. Bu araştırmalar günümüzde Tip 2 diabetes mellitus tedavisinde kullanılan hapların ilk örnekleriydi.
12-İnsülin yapısını keşfederek Nobel ödülü alan araştırmacılar kimlerdir?Cambridge’ten bilim adamı Frederick Sanger 1955 yılında insülinin iki aminoasit zinciri yapısında olduğunu buldu. Sanger bu çalışması ile 1955 yılında Nobel ödülünü aldı. Dorothy Hodgkin 1969 yılında insülinin 3 boyutlu yapısını ortaya koyarak bir başka Nobel ödülü kazanan bilim adamı oldu.
2-Diyabetes Mellitus ile ilgili en eski kayıtlar ne zamana dayanır ?Tarihcesi cok eskilere uzanır. Şeker hastalığı ile ilgili en eski kayıtlar Milattan önce 1550’li yıllarda Mısır’da yazılmış bir papirüste (Ebers) bulunmuştur. Bu papirüste, şeker hastalığına benzer, çok idrara çıkma ile seyreden bir durumdan bahsedilmektedir.Hindular da Ayurveda’da böcek, sinek ve karıncaların bazı insanların idrarının yapıldığı yere toplandığını kaydetmişlerdir. Şeker hastalarının idrarının tatlı, bal gibi olduğu ve bu nedenle karıncaların, sineklerin ve diğer böceklerin bu idrara üşüştüğünü Susruta ve diğer Hintli doktorlar M.S. 5-6.yüzyılda fark ederek açıklamışlar, bu hastalığın iki formu olduğunu yazmışlardır. Bir formunda hastalar zayıf ve çok uzun yaşamadan kısa sürede ölmekte, diğer grupta ise hastalar şişman ve daha yaşlı olarak belirtilmiştir. Bu günümüzün modern sınıflamasında belirtilen Tip 1 ve Tip 2 diabetes mellitus sınıflamasına çok benziyor.
3-Diyabetes ve mellitus kelimlerinin kelimelerinin anlamı nedir? Günümüzde tıp literatüründe kullanılan, Diabetes ve Mellitus kelimeleri Yunanca akıp gitmek anlamına gelen dia + betes ve bal kadar tatlı anlamına gelen mellitus kelimelerinden türetilmiştir.
4-Diabetes kelimesi ilk kez ne zaman kullanılmıştır? Diabetes kelimesi ilk kez Anadolu topraklarında, Kapadokya’da M.S. 2. yüzyılda Arateus tarafından kullanılmıştır.Arateus şeker hastalığını idrar miktarında artma, aşırı susama, ve kilo kaybının olduğu bir hastalık olarak tanımlamıştır.
5-Diyabetik gangreni ilk kim tanımlamıştır? İbni Sina (980-1037) ilk kez ayaklarda görülen “diyabetik gangreni” tanımlayarak şeker hastalığının sinirleri bozabileceğini ilk kez açıklamıştır. Paracellus (1493-1541) diyabetli hastalara açlık kürleri uygulamış, daha sonraki yıllarda da diyabet hastalığı ve tedavisi üzerinde çeşitli araştırmalar yapılmıştır.Şeker hastalarının idrarının tatlı olduğu 17. yüzyılda bir İngiliz doktor olan Thomas Willis tarafından tekrar keşfedilmiştir.
6-Claude Bernard diyabetle ilgili neyi keşfetmiştir ? Claude Bernard 1813-1878 yılları arasında diyabetin noro-hormonal mekanizmasını,hastalarda şeker yapımının arttığını ve merkezi sinir sisteminin bozulduğunu göstermiştir.Claude Bernard idrarda görülen şekerin karaciğerde glikojen olarak depo edildiğini bulmuştur.
7-Langerhans adacıklarını kim keşfetmiştir ? Berlin’den Paul Langerhans ( 1847-1888) 1869 yılında verdiği doktora tezinde pankreas bezi içindeki küçük hücre topluluklarını vermiştir. Bu hücre toplulukları günümüzde ” Langerhans Adacıkları ” olarak biliniyor. Edouard Laguesse de 1893 yılında bu hücrelerin pankreas bezinin endokrin hücreleri olduğunu öne sürmüştür.
8-Pankreas bezinin Diyabeteki rolunu kim keşfetmiştir? Oskar Minkowski (1858-1931) ve Josef von Mering (1849-1908) Strasburg’da Pankreas bezinin hayati önemini değerlendirmek için bir köpeğin pankreas bezini çıkartmışlardır. Köpekte ameliyat sonrasında şeker hastalığının tipik belirtileri olan susama, çok su içme, çok idrara çıkma ve kilo kaybı geliştiğini gözlemişlerdir.İlk kez bu araştırma, pankreas bezindeki hastalığın şeker hastalığı gelişmesine yol açtığını göstermiştir.
9-İnsülin ne zaman keşfedilmiştir? Yirminci yüzyılın başında Berlin’li doktor George ZUELZER; Romanya’dan Nicolas Paulesco (1869-1931) ve Amerikalı E.L.Scott ve Israel Kleiner pankreastan kan şekerini düşüren ancak saf olmayan bir çözelti elde etmişlerdir. Ancak saf olmadığı için istenmeyen sonuçlar doğurmuş ve kullanılamamıştır. Yirminci yüzyılın başlangıç dönemine kadar ölümcül bir hastalık olan şeker hastalığı tedavisinde Kanada Toronto üniversitesi’nden Fredirick G. Banting (1891-1941), asistanı Charles H. Best (1899-1978) biokimyacı James B. Collip (1892-1965) ve fizyolog J.J.R.Macleod (1876-1935) ortak çalışmaları sonucu insülin’i 1921 yılında izole etmeleri ile önemli bir mucize gerçekleşmiştir. Banting ve Best daha sonra köpek pankreasından elde ettikleri çözeltiyi pankreası çıkartılarak diyabetik yapılmış köpeğe vermişler ve kan şekerinin düştüğünü görmüşlerdir.Collip elde edilen insülini daha da saflaştırmış, ilk kez 1 Ocak 1922 tarihinde diyabetik bir hasta olan Leonard Thompson üzerinde denenmiş ve başarılı sonuç vererek ölümcül bir hastalık olan şeker hastalığı tedavi edilmiştir. Bunu takibende Eli Lilly firmasının çabaları ile insülin üretimi daha da geliştirilmiş ve 1923 yılından itibaren yaygın olarak Kuzey Amerika ve Avrupa’da kullanılmaya başlanmıştır.
10-Diyabet hastalarında hasta eğitimin önemini ilk kim farketmiştir?Amerikalı doktor Eliott P. Joslin insülini ilk kullanan doktorlardandı. Bostonda insülinin kullanılmaya başlandığı 1922 Ağustos’tan itibaren ilk yıl toplam 293 şeker hastasını tedavi etti. Dr. Joslin günümüzde de tedavinin en önemli parçasını oluşturan hasta eğitimini sistemli olarak uygulamaya başladı.
11-Diyabet tedavisinde Oral antidiyabetik (kan şekerini düşürücü tedavi ) ne zaman keşfedilmiştir? İkinci dünya savaşı yıllarında Fransa Montpellier’de tifo tedavisi ile ilgili araştırmalar yapan Dr. M.J. Janbon sülfonilürle hayvanlar üzerinde yaptığı deneyler sırasında hayvanların kan şekerinin düştüğünü fark etti. Bunu meslektaşı Dr. Loubtieres ile birlikte diyabetik insanların tedavisinde denediler. Ancak bu ilacın insülin salgısını uyardığını, insülin yerine geçmediğini pankreası çıkarılmış hayvanlarda yaptıkları araştırmalarla ortaya koydular. Bu araştırmalar günümüzde Tip 2 diabetes mellitus tedavisinde kullanılan hapların ilk örnekleriydi.
12-İnsülin yapısını keşfederek Nobel ödülü alan araştırmacılar kimlerdir?Cambridge’ten bilim adamı Frederick Sanger 1955 yılında insülinin iki aminoasit zinciri yapısında olduğunu buldu. Sanger bu çalışması ile 1955 yılında Nobel ödülünü aldı. Dorothy Hodgkin 1969 yılında insülinin 3 boyutlu yapısını ortaya koyarak bir başka Nobel ödülü kazanan bilim adamı oldu.
Doç.Dr.Fevzi
BALKAN
Endokrinoloji
ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
TİMUS BEZİ
Timüs, birincil lenf organlardan biridir. iman tahtası denen göğüs kafesinin ön orta kemiğinin (sternum) arkasında bulunan yassı ve lopl...
-
Timüs, birincil lenf organlardan biridir. iman tahtası denen göğüs kafesinin ön orta kemiğinin (sternum) arkasında bulunan yassı ve lopl...
-
Obstrüktif uyku apne sendromu (Obstructive Sleep Apnea Syndrome (OSAS)) tüm sistemleri etkileyebilen bir hastalıktır. OSAS uyku sıras...
-
Kemik erimesi kemiklerin kütlesinin azalmasına bağlı oluşan ve kırık riskinin artmasına bağlı ciddi işgücü kaybına yol açan önemli hast...