Timüs, birincil lenf organlardan biridir. iman tahtası denen göğüs kafesinin ön orta kemiğinin (sternum) arkasında bulunan yassı ve loplu yapıda bir organdır. Embriyon döneminde, boyun kısmındaki üçüncü yutak kıvrımının alt çıkıntısından oluşur. Yeni doğanlarda, timüs bezi vücuda nispetle büyüktür (11-12g). İki-üç yaşına kadar da büyümeye devam eder.
Bebeklerin -başta çeşitli mikroplar olmak üzere- dış ortamın tesirlerine karşı vücut direnci zayıftır.Bebeklerin mikroplardan korunması timüs beziyle karşılanır. Buluğ çağına kadar büyüyen timüsün (36-38 grama ulaşır) rengi, kırmızımtırak gridir. Sonra asıl fonksiyon gören kısım (parankima) azalmaya başlar ve yerini gittikçe çoğalan yağ dokusu alır. 20-25 yaş arasında parankimayla yağ dokusu arasında ağırlık bakımından nispet aynıdır. Bundan sonra parankimanın azalması daha hızlı seyreder ve sonunda tamâmiyle kaybolur.
Fakat timus artıkları şekillerini aşağı yukarı her zaman muhâfaza eder.
Normal fizyolojik gerileme dışında, uzun süren beslenme yetersizliğiyle bâzı mikrobik hastalıklar da timus parankimasının erken kaybolmasına sebep olabilir.Yaş ilerledikçe beyazımsı, sarımtırak-gri bir renk alır. Hücrelerin meydana getirdiği birbiriyle birleşen küçük lopçuklar, organın esas histolojik yapısını teşkil eder.
Timüs bezi bağ dokusundan yapılmış ince bir kapsülle çevrilmiştir. Kapsül, diğer lenfoid organlarda olduğu gibi bezin içine girerek onu bölmelere ayırır. Timüs bezinin bölmelerinde,retiküler hücreler ve lenfositler bulunur. Kan, lenf damarları ve sinirler bağ doku bölmeleri boyunca uzanır. Timüs bezi doğumdan önce ve doğumdan hemen sonra lenfosit meydana getirerek vücudu enfeksiyonlarından korur.Timus; kortex ve medulladan oluşur;burda bulunan kortikal ve medullar epitel hücreler bir epitelyal ağ oluşturur. Kortekste ayrıca nurse hücreleri ve thymositler bulunur. Medullada ise olgun T lenfositler, dentritik medullar epitelyal hücre, makrofaj ve interdigitation dentritik hücreler yer alır.Burada ayrıca Hassal Korpüskülleri denen ve ne görev yaptığı bilinmeyen keratinize yapılar bulunur. Korteks ve medulla arasında High Endotelyal Venol (HEV) denen bir bölge vardır: lenfosit trafiğinin oluştuğu bölge.Kortekste bulunan thymositler medullaya doğru inerken olgunlaşır.
1980’li yılların başlarında timüsün, endokrin (iç salgı bezi) bir organ olduğu düşünülüyor, salgılarının da antikor yapımında rol aldığı zannediliyordu. 2000’li yılların başlarında ise bu organın, kemik iliğinde yapılan T-lenfositleri mikroplarla savaşabilecek duruma getirmeye vesile bir eğitim organı olduğu anlaşıldı. Fonksiyonu tam anlaşılamamış bu tip organların incelenmesinde uygulanan temel bir metot; deney hayvanlarının ilgili organı çıkarılarak, meydana gelen eksikliğin tespiti esasına dayanır. Timüs, memeli hayvanlarda erken yaşta çıkarılırsa, kemiklerde raşitizm hastalığındakine benzer belirtiler görülmektedir. Timüs bezi çıkarılan hastalarda, kemik kırıklarının iyileşmesi gecikmekte ve bu kişilerin vücut ağırlığı akranlarından daha düşük olmaktadır. Erişkin hayvanların timüs bezi operasyonla alındığında, vücut gelişimi ile alâkalı herhangi bir bozukluğa rastlanmamaktadır. Timüsün tam olarak çıkarıldığı durumlarda, humoral (sıvılarla ilgili) antikor sisteminde de belirli bir eksiklik görülürken, organın küçük bir parçası bırakılanlarda, lenfosit sayısı düşer ve T-lenfosit hücre yetmezliğine bağlı belirtiler görülür. Dolaşımdaki T-lenfosit hücreler doğumda ya çok azdır yahut hiç yoktur. Di-George sendromu vakalarında, anne karnındaki çocuğa timüs nakli başarı ile uygulanmakta ve nakilden sonra T-lenfosit hücre mücadele gücünde düzelme olmakta ve immünite (bağışıklık sistemi) yeniden sağlanmaktadır.
İnsanda hücrelere bağlı bağışıklık ve humoral bağışıklık (sıvılara bağlı) olmak üzere iki tip bağışıklık sistemi vardır. Hücrelere bağlı bağışıklık; sitotoksik (hücre öldürücü) ve fagositik (hücre yiyici) mekanizmalarla antijen taşıyan yabancı hücrelerin yok edilmesidir. Humoral (sıvılara bağlı) bağışıklık ise, kan plâzmasında antikor adı verilen immunoglobulinlerle yapılan, organizmayı antijenlere karşı koruma işlemidir. T-lenfositler hücrelere bağlı bağışıklıkla, B-lenfositler ise sıvılara bağlı (humoral) bağışıklıkla vazifelidirler. Doğumdan itibaren ilk iki ayda karaciğere, daha sonra kemik iliğine ürettirilen B-lenfositlerin, ürettiği antikorlar sıvı içinde bulunur ve bu yüzden humoral bağışıklıkta iş görürler. T lenfositler ise bizzat aktif savaşçı hücreler olarak vücut savunmasında vazife yaparlar. Vücuda giren her türlü yabancı maddeyi yok etmeye çalışan aktif lenfositlerin, zararlı hücreleri yemek veya öldürmek için çeşitli eğitimlerden geçirilmesi gerekir. Kemik iliğinde üretilen genç lenfositler, mikrop öldürücü aktif T-lenfosit doğurma yahut antikor sentezleme kabiliyetine henüz sahip değildirler. Bu kabiliyetleri kazanabilmeleri için T-lenfositler timüste, B-lenfositler ise kemik iliğinde bir müddet eğitildikten sonra vücudu savunmak için lenfoid dokuya göçerler.
Mikroplarla savaşabilmek için timüse eğitime gelen lenfositler, burada bölünerek milyonlarca farklı antijene cevap geliştirebilecek (tanıyıp tesirsiz hâle getirebilecek) şekilde çeşitlenirler. Milyonlarca antijene karşı milyonlarca T-lenfosite, insan vücuduna girebilecek her türlü antijene (yabancı molekül) has, antikor ürettirilir.Timüste eğitimini tamamlayanlar da aktif T-lenfosit unvanını kazanır ve lenfoid dokulara (kasıktaki lenf düğümleri, koltuk altı, bademcikler, boyun vb.) dağılırlar. Timüste eğitim alan lenfositlerin bir başka özelliği de, bulunduğu vücudun kendi antijen ve proteinlerine karşı mücadele yapmamasıdır. Eğitimli T-lenfositler vücudun kendi antijen ve proteinlerine zarar vermezler. Eğer T-lenfositler vücut hücrelerinin antijen ve proteinlerini de tanımayıp, onlara da yabancı gibi muamele etselerdi, sağlıklı bir insan birkaç gün içinde ölümle karşı karşıya kalırdı. Lenfositler, vücudun kendi hücrelerinin antijenlerini tanıyıp onlara saldırmaz hâle gelince, dışarıdan girmiş yabancı hücrelere (bakteri, mantar, virüs) ve içeride üremiş kanserli hücrelere ait antijenlere karşı güçlü bir şekilde mücadele verebilir.Timüs yaşla birlikte gerileyen bir organdır. Ayrıca kortikosteroid hormonlarının uyarılarına açıktır. Fazla heyecan, stres gibi durumlar sık görülürse timüs atrofiye uğrar ve görevini yapamaz hale gelir, immun cevap geriler.
Böbrek, karaciğer ve kalb gibi organların naklinde en büyük problemi T-lenfositler çıkarmaktadır. Alıcı şahsın T-lenfositleri, başka insanlardan alınan organları, yabancı antijen olarak gördükleri için, nakledilen organın dokusunu reddetmek için hemen faaliyete geçer. Timüs bezi çıkarılan bazı hayvanlara doku nakli yapıldığında ise, yabancı dokuya karşı herhangi bir reddetme durumu görülmemiştir. Fakat bu durumda, vücut her türlü mikrobun istilâsına açık hâle gelmektedir. Dolayısıyla insanlarda yapılacak böyle bir uygulama, immün sistemin aktif bağışıklığını iptal etmek demektir . Timusu uyarmanın üç basit yolu var: Timusu uyarmanın birinci yolu gülmek. Yani gerçek, içten, sıcak bir gülüş, bir kahkaha. Her gülündüğünde timus bezi aktive oluyor. Her aktive olduğunda bedenimize kimyasal dalgalar göndererek kendimizi iyi hissetmemizi sağlıyor. 1993 yılında California Üniversitesi’ nde Dr.Paul Ekman tarafından yapılan araştırmada gülmenin timusu ve beynin değişik haz bölgeleriyle bağlantısı olan kasları harekete geçirdiği ve insanda haz duygusu yarattığı kanıtlanmış. Timusu uyarmanın ikinci yolu iki parmakla timusun üzerine gelen noktaya vurulması, yani elle uyarmak. Timusu uyarmanın üçüncü yolu ise dilin üst dişlerin arkasında damağa ve ağzın tavanına değdirilmesi. Dr. John Diamond ve ekibi dilin bu pozisyona getirilmesi ile sol ve sağ beyin küresi arasında denge oluşmasını sağladığını tespit etmiş. Bu da insanin daha iyi düşünmesi ve kendini daha iyi hissetmesine yardımcı oluyor.
Timus bezinin zamanla fonksiyonunu yitirmesi bağışıklık sisteminin bozulmasına ve hastalıklara yol açmaktadır. Öte yandan; Kronik hastalıkların ve kanserlerin yüzde 95’inde bağışıklık sisteminin zayıfladığı saptanır. Günümüzde kanser tedavisinde uygulanan kimi tedaviler (operasyon, ışın tedavisi, kemoterapi) bağışıklık sistemini çökertmektedir. Modern yaşam, stres, sağlıksız beslenme, hareketsizlik ve çevre kirliliği bağışıklık sistemini zayıflatmaktadır. ıÜüİmmun sistemdeki bozukluk; memede ya da karaciğerde tümör ya da diğer bir hastalık henüz ortaya çıkmadan saptanabilir. İmmun sistemi bozukluğu düzeltildiğinde hastalıkların oluşması da önlenir. İsveçli Dr. Sandberg timus tedavisini ilk başlatandır. Gerçekten de timus ekstresi tedavisiyle zayıflamış bir immun sistemini tekrar sağlıklı ve normal işler duruma getirmek mümkün olmaktadır. Timus ekstreleri sadece alerji, kronik bronşit, enfeksiyona yatkınlık, romatizma ve diğer çok sayıda hastalıkla değil; kanser tedavisinde de uygulanmaktadır. Çünkü kanserde uygulanan operasyon, ışın ve kemoterapi tedavileri hastanın immun sisteminde zayıflama yapmaktadır. Bu tedavilerden sonra immun sistemin desteklenmesi kanserin metastaz’ını (başka yere sıçramasını) önlemek bakımından önemlidir. Hatta immun sistemi kusursuz işlemediği için kanser riski yüksek olan herkes timus tedavisini düşünmelidir. Londra Tıp Fakültesi profesörlerinden Roitt’in hayvanlar üzerindeki bir araştırması timus tedavisinin önemini açıkça ortaya koymaktadır. Prof. Roitt yetişkin farelere röntgen ışınları uygulayarak immun sistemlerini tam anlamıyla çökertmiştir. Daha sonra bu farelere genç farelerden kemik iliği hücreleri zerk etmiştir. Böylece immun sistem kendini toparlamış ve lenfositlerin sayısı normal olmuştur. Ancak lenfositlerin davranışı normal değildir. Bu lenfositler kandaki eritrositleri (kırmızı kan kürecikleri) tahrip etmişlerdir. Bunun nedeni yüksek dozda ışınla ileri derecede zarar görmüş olan timus bezinde kemik iliği naklinden sonra oluşan yeni lenfositlerin eğitimlerini yapamamaları ve vücudun kendi öz hücresiyle, yabancı hücreyi ayırt etme yeteneği kazanamamasıdır. Ancak bu farelere timus ekstreleri verilirse imnun sistemleri tekrar normal fonksiyonunu kazanmıştır.
Timus bezi, timoma, lenfoma, hodgkin hastalığı vb. neoplazmların yerleşim yeridir. Timoma ensık rastlanan tiptir, ve yeterli biyopsi alınsa dahi lenfomadan ayrılmasında güçlük çekilebilir. Timomalı hastaların %30′unda myastenia gravis vardır. Miyastenia gravisli hastaların %15′inde de timoma gelişir.Miyastenia gravisin timoma ile ilişkisi ilginçtir ve tam anlaşılamamıştır. Myastenia gravisli hastaların %85′inde timusta anormallik vardır. Bunlardan %70′inde germinal merkez oluşumu ve %15′inde timoma vardır. Timomalar baskın hücre tipine göre len-fositik (%25), epitelial (%45) ve lenfoepitel-yal (%45) diye sınıflandırılabilirler. İğ hücreli tümörler (bazen eritrosit aplazisi ile birlikte olurlar) epitelial tümörlere dahil edilirler. Miyastenia gravis her tipte görülebilir. Fakat en sık lenfositik tipte görülür.
Di George sendromu yaklaşık her 4,000 canlı doğumda bir (1:4000) olmak üzere oldukça nadir görülen bir konjenital hastalıktır. Klinik olarak hastalığın semptomları hastadan hastaya bariz değişkenlikler ğöstermekle beraber bu hastalarda tipik bir yüz ifadesinin yanı sıra sıklıkla konjenital kalp defektleri, hipoparatiroidizim ve tekrarlayan ağır enfeksiyonlar görülür. Di George sendromu mayoz bölünme esnasında gamet hücrelerinde meydana gelen bir rekombinasyon hatası sonucu 22. (yirim ikinci) kromozomdan geniş bir bölgenin silinmesi (delesyonu) yada translokasyonu (başka bir kromozoma taşınması) sonucu de novo oluşan bir genetik anomalidir. Di George sendronunda delesyona uğrayan bölgedeki genlerin embriyonun gelişimi esnasında 3. ve 4. faranjial keseciklerin normal gelişimi için gerekli oldukları bilinmektedir. Dolayısıyla bu embryonik yapılardan türeyen organlar: timus bezi, paratiroid bezleri, aort yayı, dudak ve kulakların alt kısımları Di George sendromunda tutulan primer anatomik yapılardır. Hastalarda timus tutulumu immün yetmezlik, paratiroid tutulumu kalsiyum metabolizma bozuklukları, aort tutulumu konjenital kalp hastalığı ve dudak-kulak tutulumu tipik yüz ifadesi olarak tabloya yansır.